Sayfalar

29 Aralık 2014 Pazartesi

yalnız yaşamak için çok fazla bu hayat....

öpünce geçmeyen gözle görülmeyen yaralarımız var. ama anneden ama babadan  ya da yardan.. canımızı yakan sesimizi kısan anılarımız var. illa ölmesi gerekmiyor gidenin yaralanıyoruz işte hayali yara bantları yapıştırıyoruz gercek yaralarımıza. bir sonraki yüreğe soruyoruz tüm yaşanmış acıların hesabını işte ozaman kaybediyoruz hersabah yeniden başlıyor hayat ,hersabah yeniden öğreniyoruz nefes almayı, hayatta en pahalı şey aldığımız nefes....

zamanın bir köşesindeyim ..

Bir hevesin, arayışın peşinde koşarken cebindekileri düşürüveriyor insan. Yalnızlığından, ölümün pençesinden, hayatın anlamsızlığından uzaklaşmak için oyuncaklara sarılıyor bedenler. Sonra bir bakıveriyorsun sadece cebindekiler değil, yüreğindekiler de kaybolmuş ve sen yine aynı yerdesin. Küçük şeylerden mutlu olmayı küçük görme. Elini tutan eli, yüreğini saran yüreği, bedenini örten bedeni, bebeğin gözlerindeki ışıltıyı, sıcak poğaçanın kokusunu, avucundaki çay bardağının sıcaklığını, sağlıkla içine çektiğin nefesi, dostlarınla paylaştığın sofraları ve buraya sığmayacak yüzlercesini, binlercesini… Bunları ne için, neyle, niye değiş tokuş eder ki insan. 

13 Kasım 2014 Perşembe

Hayat gerçekten küçük mucizelerle dolumudur?

            Kendime dair, hayatta kaybetmekten korktuğum çok şey var. Başta da sevdiklerim. Sonra sahip olduğum her şey belki de. Kısaca insan naturası bu . Sahip olduklarını kaybetmekten korkar işte. Ama çaresi yoktur bu işin, ille de birşeyler yiter gider.

         Hayat gerçekten küçük mucizelerle dolumudur?. Ben dolu olduğuna inanmak isteyenlerdenim, yada şöyle söylemeliyim kendimi kandıranlardanım , hayat çok garip sabah uyanıyorsunuz sıcacık yatağınızda hazırlanıyorsunuz işe gitmek için hep bir koşusturma sonra yoldaki ufacık bir ayrıntı sizi allakbullak ediyor kendinizi kaybediyorsunuz o an açsanız  bir an tok oluyorsunuz.yada midenize kocaman bir yumruk oturuyor. Üzülüyorsunuz sokakta yatan insanları görünce kendi kendinizi sorguluyorsunuz ,yargılıyorsunuz , nerdeyim , neresindeyim bu hayatın çok mu duyarsızım yada çok mu hassasım anlam veremediğim duygular belkide cevabını hiçbir zaman bulamayacağım sorular.Bazen çaresizlik hissi gelir yumruk gibi oturur içime . İşte o zaman kitaplara saklanırım kimse beni bulsun istemem. ve ben 29 yaşımı dolu dolu yaşarken şunu farkettim ki Hayat testerenin dişleri gibiymiş sınanarak,bilenerek büyüyorum. 

30 Eylül 2014 Salı

Prometheus Efsanesi



İnsanlığa Aydınlığı Getiren Prometheus 


İda dağında oturan eski tanrılardan önce başka tanrılar egemenmiş dünyamıza. Bunlardan bazıları devler (Titan) bazıları ise Okyanus (Okeanus), gökyüzü (Uranus) ve toprak (Gaia) gibi çok güçlü tanrılarmış.
Daha sonraları Zeus ve arkadaşları titanlarla savaşıp onları dünyadan kovmuşlar. Bu büyük savaştan önce iki titan, Klymene ve İapetos evlenmiş,  dört çocuk sahibi olmuş. Hepsi iriyarı, güçlü, zeki ve özgürlük tutkunuymuş. Atlas çok cesurmuş, hatta Zeus’u bile umursamazmış. Doğal olarak bir gün Zeus çok kızıp onu  “Dünya’yı omuzlarında taşımaya” mahkûm etmiş. Bugün dünya haritalarını içeren kitaplara da bu yüzden Atlas deriz. Diğer kardeş Menoitios,   çok gururlu ve kibirliymiş.  Zeus buna da katlanamamış ve onu yeraltına göndermiş.  Zeus pek demokrat ve hoşgörülü birisi olarak tanınmazmış zaten. Üçüncü kardeş Epimetheus ise Pandora ile evlenmiş.Prometheus 289x300 Prometheus Efsanesi
Hani şu “Pandora’nın sandığını” açıp dünyaya felaket ve salgınları salan meraklı tanrıça ile… Bu da aslında Zeus’un bir oyunuymuş. Son kardeş Prometheus da akıllı, güçlü ve onurluymuş.  Titan çocukları içinde Zeus’u en çok korkutan da oymuş. Bu dört genç titan, Zeus’u kesinlikle efendi olarak kabul etmiyorlarmış.
Prometheus’un bir yeteneği varmış, babaannesi Gaia’ya çekmiş; gelecekte olacakları önceden görebiliyormuş. Prometheus,  yaptığı zalimlikler nedeniyle Zeus’a çok kızarmış ama ondan korkarak köleliği kabul edip, boyun eğenlere de çok kızarmış.
Zeus insanlar kendisine zarar vermesinler, tahtını ele geçirmesinler diye birçok önlemler almış. Herkesten kuşkulanıyormuş. Bütün besinleri toprağın altına saklamış, insanlar kolayca bulamasın diye… Bu kadarla da kalmamış en önemli silah olan bilgi ateşini de onlardan, insanlardan saklamış. İnsanların bilgi ateşini bularak bilgilenmelerini, kendine karşı ayaklanmalarını istemiyormuş. Prometheus, bu bilgi ateşini insanlara götürmeye karar vermiş. Böylece insanlar zalim Zeus ’la başa çıkabilirlermiş. Prometheus, insanlara bilgi ateşini vermenin ağır bir suç olduğunu biliyormuş. Bir sabah erkenden yola çıkmış. Yanına “narteks”  çiçeğini almış. Bu narteks çiçeği, ateşe çok benzermiş. Tanrılar katında, İda dağında ateşin yanına ulaşmış, nöbetçiler uyuyormuş.
Gizlice bilgi ateşini alıp, yerine narteks çiçeğini koymuş. Hemen insanların yanına dönmüş. İnsanlara bilgi ateşini getirmiş işte! Artık bu ateşi korumak ve büyütmek insanların göreviymiş. Zeus bunları görünce çıldırmış. Prometheus’u bir dağa zincirlemiş. Ona korkunç bir ceza vermiş. Her gün bir kartal geliyor ve Prometheus’un karaciğerini yiyormuş. O gece yeniden karaciğeri oluşuyormuş Prometheus’un. Yenilenen karaciğer de, kartalın ertesi günkü yemeği oluyormuş. Bu bitmeyecek bir işkenceymiş. Prometheus, sakinmiş çünkü insanların bilgi ateşini büyütüp, onu kurtaracaklarını biliyormuş.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Defne ağacının hikayesi

   Mitolojiye göre bir gün Apollon Thessalia'da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız gördü. Bu güzelin adı Daphne idi ve Apollon görür görmez ona aşık olmuştu. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamak avlamak en büyük eğlencesi idi. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu. Dahası Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti. Erkeklerden nefret ediyordu bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu.
Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu. Ormanda karşılaştıklarında Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı. Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edememişti, Daphne korkmuştu bir kere. Yorgun düşene kadar koştu koştu, daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve toprak anaya yalvarmaya başladı.
"Ey toprakana beni ört beni sakla, kurtar"
  Toprak ana onun yakarışını duymuştu, az sonra Daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetti. Gri renginde bir kabuk göğsünü kapladı. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve kolları dallar halinde uzandı, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.
Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı. O günden sonra Defne ağacı Apollon'un en sevdiği ağaç oldu, ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu. Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.

26 Temmuz 2013 Cuma

HİNT FELSEFESİNİN DÖRT KURALI

KURAL 1: "Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

KURAL 2: "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir."

KURAL 3: " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

KURAL 4: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir."




14 Temmuz 2013 Pazar

Schopenhauer'in Aşk Yorumu


Schopenhauer ve Aşk

Kırık bir kalbin tesellisini kim ve nasıl verebilir? Böyle anlarda kendimizi, aşılması olanaksızmış gibi gelen bir durumun ortasında buluruz. Aşk acısının fiziksel acılardan daha ağır geldiğini konuşmalarımızda sürekli dile getiririz. Nasıl bir teselli bizim bu durumdan çıkmamızı sağlayabilir?
Filozofların aşk konusunu kayıtsız kalmalarına şaşıran Schopenhauer şöyle diyordu:

‘‘İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı.’’

Schopenhauer’a göre aşkın amacı, insanın gelecekteki varlığını sürdürme isteğidir. Birini bir kez daha görmek içinbilinçli ve çok yoğun bir istek duyduğumuzda bunun nedeni,bilinçdışında bir gücün bizi üremeye ve bir sonraki kuşağıyaratmaya doğru itmesidir. Aşkta seçici olunmasının nedenini de çocuk sahibi olma isteğine bağlayan Schopenhauer’a göre, her önümüze gelene aşık olamayız çünkü herkesle sağlıklı çocuklar yapamayız. Yaşamirademiz bizi, güzel ve zeki çocuklar dünyaya getirmeşansımızı yükseltebilecek kişilere doğru itmektedir.
‘‘İlk kez bir araya gelen ayrı cinsten iki genç insanınbirbirlerini farkında olmadan ama derin bir ciddiyetle, araştıran, inceleyen bakışlarla süzmelerinde, birbirlerinin bedenlerini biçimsel açıdan ayrıntılı biçimde gözden geçirmelerinde ilgi çekici bir yan vardır. Aslında, bu araştırma ve inceleme sırasında, tür ruhu, bu iki insanınbirleşmesinden ortaya nasıl bir birey çıkabileceğinihesaplamaktadır’’

Kişi, aşık olduğu biri tarafından reddedilince büyük üzüntü duyar. Schopenhauer bu üzüntüden bizi çıkaracak bir teselliyi verir. Kişi, kimsenin sevmeyeceği biri olarak dünyaya gelmez. Bu durumda kendimizden nefret etmemize hiç gerek yoktur. Bir gün, bizi çok beğenen, bizimleyken çok doğal ve açık davranan birine rastlayacağız. Her reddedişte bilinmelidir ki, yaşama iradesi iki kişinin çocuk yapmasını istememiştir. Schopenhauer şu sözleriyle bizi teselli etmeye çalışır:

‘‘Bir erkekle bir kadın arasında aşk yoksa, bu onların birleşmesinden ortaya ancak kötü biçimlenmiş, mutsuz, kendi içinde uyumdan yoksun bir varlığın çıkacağına işarettir.’’


***Bu insanlar(Schopenhauer, Nietzsche) aşk acısı yaşayıp farkındalıklım bireyler haline gelmişler sanırım. Yani hayatlarının belirli bir döneminden sonra aşk ızdırabı çekmişler o kesin de aşkları yüzünden mi kukuman kuşu gibi düşüncelere dalmışlar, yüzeysel genel insan dünyasının altında yatan gerçekleri fark etmişler onu merak ettim. Gerçi Cosmopolitan'da yer alan bilgilere göre Schopenhauer ömrü boyunca kara sevdanın kara musibetinden kurtulamamış o yüzden farkındalık lanetine uğramış ama o derginin bilgilerine ne derece itimad edilir bilemiyorum. Kuaförde zaman geçsin diye Cosmopolitan okurken karşıma böyle bir şey çıkınca da nasıl şaşırdım. Neyse çekim yasası işte .:):))

22 Nisan 2013 Pazartesi

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI


      Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bayramlarından birisi olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, her yıl bütün yurtta ve yurt dışı temsilciliklerimizde coşku ile kutlanmaktadır.
Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve Türk halkı bu tarihte egemenliğini ilan etmiştir. Atatürk, 23 Nisan 1924’te ‘23 Nisan’ gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiş, bu tarihten 5 yıl sonra ise 23 Nisan 1929’da bu bayramı çocuklara armağan etmiştir. 23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır.

          İlk olarak 1979 yılında altı ülkenin katılımıyla uluslar arası boyutta kutladığımız bu milli bayramımız artık dünya çapında büyük değer görmekte ve her yıl ortalama kırk ülkenin katılımıyla uluslar arası bir çocuk şenliği şeklinde devam etmektedir. Yabancı ülkelerden gelen çocuklar ülkemizde sevgi ile karşılanmakta ve Türk çocuklarının evlerinde misafir edilmektedir.
Dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı tüm dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, millî birliğimizin kenetlenmiş bir ifadesidir.


          Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini cumhuriyet çocuklarına emanet eden 
Atatürk diyor ki: “Türk çocuklarındaki kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikirlerini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”